Bilgeliğe Giden Yol Mideden
Geçer Mi?
H. K. İlter
[PDF] [HTML]
Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
A. M. C. Şengör
[PDF]
[HTML]
Bir Demokrasi Masalı: Özgür Birey,
Bağımsız Medya
B. Muratoğlu
[PDF]
[HTML]
Psikoloji Etiği: Psikologlar Etik
Olarak Nasıl Gelişir?
M. Guzey
[PDF]
[HTML]
Likantropi: İnsanlık Tarihi Kadar
Eski Bir Fenomen
B. Karagöz
[PDF]
[HTML]
Bilgelik, insanoğlunun yüzyıllardır peşinde koştuğu bir bilgi düzeyi olarak algılanmış, farklı kültür ve bilim toplulukları tarafından değişik şekillerde zihinlerde canlandırılmıştır. Osmanlıca “Hikmet, Rüştü kiyâset, İlmü marifet, Basiret, Akıl, İlim, Felsefe” İngilizce “Wisdom”, Fransızca “Sagesse”, Almanca “Weisheit” ve İtalyanca “Sagezza” olarak ifade edilen bilgelik, antikçağ Yunan felsefesi açısından “Akla uygun davranmak” olarak tanımlanmıştır. Socrates’in “Kendini tanımak” olarak tanımladığı, törebilimcilere göre “Tutkulara kapılmama” olarak, Epikuros’a göre de “Erdem yoluyla varılan yüksek bir sarsılmazlık durumu, salt dinginlik ve aldırmazlık” olarak tanımlanmıştır. Bilgelik, tanrıbilimsel olarak ise “Tanrısal bir nitelik ve tanrıya özgü” olarak tanımlanmıştır.
Tanımı ne olursa olsun, bilgelik, bu düzeye ulaşacak kişiye
evrenle ve onun işleyişi ile ilgili bir kavrayış verecek kavram
olarak görülmektedir. Bilgelik, modern zaman açısından
incelendiğinde bilginlik olarak da anlaşılabilir. Belirli bir
konuda bilgi sahibi olmak ve o konuda uzmanlaşmak, kişiyi,
bilgeliğin ilk basamaklarına taşıyacaktır. Bilgelik hiyerarşisi
(Şekil 1), çevreden toplanan bilginin bilgeliğe dönüştürülme
aşamalarını göstermektedir. Bu hiyerarşik yapı, çevrede gözlenen
olaylardan elde edilen verinin, tek başına anlamsız olduğunu
belirtmektedir. Bilgelik hiyerarşisi içindeki veri [ing: datum,
data (çoğul)] ancak belirli bir çalışma sonrasında,
kullanılabilir veriye, diğer bir deyişle bilgiye dönüşmektedir.
Bilgi, veriden elde edilmiş olmasına rağmen bir bakış açısı
oluşturacak yoğunluğa sahip değildir. Zamanla, yüksek miktarda
bilginin (veriden) dönüşerek kullanıma hazır hale geldiği
görülmektedir. Bilgi, temel fonksiyonlarını yerine getirmeye
çalışan çevre faktörleri için yeterli olmasının yanı sıra onu
daha iyi bir şekilde kullanabilecek, onu depolayabilecek, daha
sonra tecrübeleri ile birleştirebilecek kullanıcılarını
aramaktadır. Veriden oluşan bilgi, evrim geçirerek, diğer
bilgilerle birleşerek, deneyimi de içine alarak üst bilgiye
dönüşmektedir. Üst bilgi, çevresindeki olayları sadece anlayan
değil, onu yöneten bir bakış açısını da yanında getirmektedir.
Deneyimle ve yeteneklerle yoğunlaşan üst bilgi, ortaya çıkan
diğer üst bilgilerle etkileşim halinde olmakta ve daha da
gelişmektedir. Bilgelik hiyerarşisinin ulaşılmaya çalışılan
noktası ise, üst bilginin veremediği kavrayışın ortaya
çıkmasıyla oluşan bilgelik düzeyidir. Bilgelik, çevresini
kontrol etmek ve yönetmek dışında, çevrede ortaya çıkan
olayların birbirleri ile etkileşimini, neden-sonuç ilişkisini,
analiz ve sentez yeteneğini, kavrayış ve sistem yaklaşımı
çerçevesinde bütünleştiren çevre faktörlerine sunulan bir unvan
olarak görülmektedir.
Batı’nın ve Orta Batı’nın Filozof ve düşünürleri, yukarıda anlatılan şekliyle belki birer bilge değillerdi ancak bilgelik tanımına uyan işler yaptılar ve bugün yaşayan bilgelerin ortaya çıkmasını sağladılar. Yaptıkları çalışmalar, ortaya attıkları fikirler ve katlandıkları bilimsel zorluklar, bugün başka konularda onları takip etmemizi kolaylaştırdı. Evreni ve insanın evren içindeki yerini daha iyi anlayabilmemizi sağlayacak taşları yerleştirmeye başladılar. Biz de bilim insanları olarak bu taşlara yenilerini ekliyor ve insanoğlunun her konuda kavrayışını ve bilgeliğini artırmaya çalışıyoruz. Doğu’nun filozof ve düşünürlerinin, evrensel bilgi birikimine en az Batı’nın filozof ve düşünürleri kadar katkı yaptılarını yadsımak mümkün değildir. Bu, izleyen bir çalışmanın konusu olacak.
Klasik Dönem’in, M.Ö. 600-500 aralığına bakıldığında Thales’in suyu tek element olarak tanımladığı ve Phythagoras’un ruhun ölümsüzlüğünden bahsettiği çalışmaların olduğu görülmektedir. M.Ö. 500-400 yılları arasında yaşamış olan Socrates birçok çalışmasının yanında diyalektik konusunda da çalışmıştır. M.Ö. 400-300, Euclid’in geometri ve Aristotales’nun evrensel mantık çalışmalarına tanıklık etmiştir. M.Ö. 300-200 aralığı ise büyük usta Archimedes’in mühendislik çalışmaları ile ünlenmiştir. Sıfır yılı ile başlayan Roma Dönemi’nin ilk 1200 yılı şüphesiz kendinden önceki dönemden daha verimli geçmiştir. Fibonacci’nin kendi adıyla anılan sayı dizileri konusundaki çalışmalarının ve Bacon’un deneysel çalışma konusundaki fikirlerinin 1200-1300 yılları arasındaki döneme damgasını vurduğu görülmektedir.
Erken Modern Dönem’de, 1500-1550 yılları arasında Copernicus’un gezegen hareketlerini incelediğini görmekteyiz. 1600-1700 yılları arasında ise Kepler’in güneş merkezli yörünge fikri ortaya çıkmış ve Galilei’nin bilimsel metodu oluşmuştur. 1600-1650 arasında Descartes’ın şüphecilik bakış açısının geliştiği ve Format’ın olasılık konularında çalışmalar yaptığı görülmektedir. 1650-1700 tarihleri, Pascal’ın mekanik hesap makinesini yaptığı ve Newton’un da yerçekimi ile ilgili çalışmalarını bitirdiği yıllar olmuştur. 1750-1800 yılları arasında Euler’in sayılar teorisi ile ilgili çalışmaları dikkat çekmektedir. Modern Dönem, Gauss’un asal sayılarla çalıştığı ve Laplace’ın determinizm ile ön plana çıktığı 1800-1850 yılları arasında başlamaktadır. Bu dönem, Fourier’in ısı iletimi çalışmaları ile hareketlenmekte ve Babbage’ın fark makinesi ile sürmektedir. 1875-1900 arasındaki yıllar ise, Peano’nun mantıksal aritmetik çalışmalarının ortaya çıktığı dönem olmuştur.
Geç Modern Dönem’in başlarında (1900-1925) Poincare’in üst bilgi, Zermelo’nun küme teorisi, Einstein’ın görelilik kuramı ve Bohr’un quantum teorisi ile ilgili çalıştığı görülmektedir. 1925-1950 arasındaki yıllar, Reichenbach’ın görelilik, Heisenberg’in belirsizlik ve Ramsey’in semantik paradoks ile ilgili çalıştığı yıllar olmuştur. 1950-1975 yılları arasında Neumann’ın oyun teorisi çalışmaları göze çarpmaktadır. Bu yıllarda Hopper’ın programlama ve Feynman’ın bilim felsefesi ile ilgili çalışmaları görülmektedir. 1975-2000 yılları arasında, Hawking kuantum fiziği ilgili çalışmaları ile öne çıkarken, Eco semiotik analiz ile, Dummett sezgisel matematik ile, Mandelbrot fraktal geometri ile ve Haraway, beni hayrete düşüren, robot (cyborg) feminizmi ile ilgili çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Milenyum Dönemi’ni ifade eden 2000 yılından sonraki dönemde, ışığın hızını yavaşlatarak bilim çevrelerinde hayranlık uyandıran Hau görülmektedir.
Genel olarak bakıldığında üç bin yıllık bir dönem içinde insanoğlunun evrenle ilişkili bir kavrayış oluşturacak bilgi birikimini ve tecrübeyi elde etmeye çalıştığı görülmektedir. Bilgeliği arayan insan, acaba aradığını bulabilecek midir?
Rene Descartes (Şekil 2), 1596-1650 yılları arasındaki kısa
hayatına, günümüzün felsefe temelini atacak çalışmalarını
sığdırmıştır. 1618’de Compendium Musica (Müzik Ansiklopedisi)
ile başlayan yazma denemeleri, izleyen yıllarda başka eserleri
ortaya çıkarmasını sağlayacak deneyimi kendisine
sağlamıştır.1628’de, Regulae ad directionem ingenii (Akıl Yolu
için Kurallar - Rules for the Direction of the Mind) ve Le
Monde, ou Traité de la Lumière (Dünya, Işık Üzerine Çalışma)
çalışmaları ile, Descartes’ın, hem felsefenin temelini atacak
hem de bilimsel yöntemi takip eden optik çalışmalarını ortaya
çıkaracak olması tesadüf değildir. Felsefe konusundaki
çalışmalarını dualite kavramı ile bütünleştirerek matematiksel
bakış açısının önemini vurgulamaya çalıştığı eserler, 1637’de
Discours de la méthode pour bien conduire sa raison et chercher
la vérité dans les sciences (Bilimde Gerçeği Aramanın ve Nedeni
Doğru Belirlemenin Metodu Üzerine Çalışma - Discourse on the
Method of Rightly Conducting One’s Reason and Of Seeking Truth
in the Sciences) ile okuyucuya heyecan yaratacak şekle
gelmiştir.
1641’de Meditationes de Prima Philosophia (Genç Felsefe Üzerine
Düşünceler - Meditations on First Philosophy) (Şekil 3), 1644’de
Principia Philosophiae (Felsefenin İlkeleri - Principles of
Philosophy), 1647’de İnsan Vücudunun Açıklaması (The Description
of the Human Body) ve 1649’da Les Passions de L’Ame (Ruhun
İhtirasları - The Passions of the Soul) ile eserleri felsefeden
biyolojiye, fizikten matematiğe birçok alanla ilgili olarak
görülebilir.
Descartes, matematiğin hayatın temelini teşkil eden kuralları oluşturduğunu ve her şeyin matematikle ifade edilebileceğini iddia ederek determinizme katkı yapmaktadır. Dualizm ile ruh ve beden ayrımını, dini arka planda tutarak, tanrısal özellikleri çalışmalarından uzak tutmaya çalışmıştır. Fikirleri, gözleme dayalı çalışmaların gerçeği yansıtmaktan uzak olabileceği konusunu da içerecek şekilde genişlemiş, insan aklı ve felsefi düşünceyi de kapsayarak bir ilke imza atmıştır. “Düşünüyorum, öyleyse varım” ifadesi ile, düşündüğünün farkında olan insanoğlunun varoluşunu bu şekilde ispatlayabileceğini anlatmaya çalışmıştır. Descartes, şüpheciliğin ilk örneklerini ortaya koyarak bilim felsefesi alanındaki çalışmalara ışık tutmuştur.
Günümüzde kullanılan analitik geometrinin temellerini atan
Descartes, kendi adıyla anılan “Kartezyen” koordinat sistemini
geliştirmiştir (Şekil 4). “Benimle herşey matematiğe dönüşecek”
(Omnia apud me mathematica fuint) ifadesi ile, bilgeliğin
önderlerinden biri olabilir mi acaba?
Leonardo Da Vinci (Şekil 5), 1452-1519 yılları arasında yaşamış, filozof, ressam, heykeltraş ve düşünürdü. Birçok konu hakkında çalıştı ve bilgeliğe aday insanlardan biri haline geldi. Acaba onun yaptığı çalışmalar bilgeliğe giden yolun kapısını aralamış olabilir mi? Kendisine ait yaygın olarak bilinen birçok eserden farklı olarak fazla tanınmayan bir eserinden bahsetmek belki de bu soruya bir yanıt olacaktır.
Vinci’nin robotu (1495) (Şekil 6), o dönemde yapılmış olan en
harika makinelerden biri olsa gerek. Ancak, bu çalışma, farklı
bir bakış açısını yansıttığı ve hareket eden, kendine yetebilen
makinelerin var olabileceğini gösterdiğinden dolayı, ayrıca,
önemlidir. Vinci’nin robotu, o dönemden sonra birçok düşünürün
aklından geçecek olan fikrin basit bir haliydi sadece, ancak
kendinden sonraki dönemlere esin kaynağı olduğu söylenebilir.
Otomata (otomatik makineler) teorisinin temelinde var olan
özelliklerin ortaya çıkmaya başladığı yılları 1495’den sonra
1649’da XIV. Louis için minyatür at arabası, 1688’de General De
Gennes’nin ürettiği Tavuskuşu ve 1737’de Jacques de
Vaucanson’nun Fülütçü’sü (Şekil 7) önemli otomata örneklerini
teşkil etmektedir.1769’da Wolfgang von Kempelen’nin satranç
oynayan ilk otomatik makine olarak tanıtılan Türk (the Turk)
adlı makine (Şekil 8) bütün dünyada yankı bulmuştur. Makine,
Napolyon ile yaptığı bir satranç maçını da kazanarak ününü
artırmış, günümüze kadar hakkında çok sayıda çalışma yapılmış ve
kitaplar yazılmıştır. Makine, içine saklanmış cüce bir
santrançcı tarafından idare edilen bir makine olmasına rağmen,
otomatik işler yapan bir makine olarak ünlenmiş ve otomatanın
temel masalını oluşturmuştur.
1738’de Vaucanson’un “Sindiren Ördek”i de (Şekil 9) ilginç örneklerden biridir. Tam anlamıyla bir ördeği simüle eden bu makine, yediği yiyecekleri kimyasal
olarak sindiren bir ördek-makine olarak tasarlanmış ve hayata geçirilmiştir. Olayları modelleme fikrinin ilk örneklerindendir. Oysa günümüzde Honda’nın ürettiği, konuşan, koşan ve bizleri olanca sevimliliği ile selamlayan Asimo’su ile robotik teknolojiler gelişmekle kalmamış, insanlar ile ortak çalışabilecek robot örneklerinin üretim sistemlerinde ortaya çıktığı görülmüştür. Yakın bir zamanda insan ile robotun aynı bedende can bulacağına kim itiraz edebilir? Yapay kalp gibi tıptaki gelişmeleri destekleyen teknolojilerin, robotları da insanın içine dahil edeceği zamanlar çok uzakta değil.
Mekanik evren fikrinin babası Descartes’den günümüze, otomata
teorisinin de ilerisinde yeni fikirlerin gelişerek geldiği ve
bizi geleceğe ait fikirlerimizi değiştirmeye zorladığı
görülmektedir. Bilgeliğe ulaşabilmek, temel mekanik evren
tanımının üstüne yapay zeka uygulamalarını dahil etmek ile
gerçekleşebilir mi? Analitik düşünmenin bilgi, bilgi kullanımı
ve bilgelik konusunda destek sağladığı bir gerçektir.
Bilgeliğe ulaşabilmek için geçilmesi gereken yollar bilgi
piramidinin (Şekil 10) aşamalarına benzemektedir. Veriden
bilgeliğe kadar olan yükselme sırasında, gözlemlerden iletişime
varan boyutlarda değişiklik
gerekmekte ve bilge olana sağlanacak
değerin buradan çıkacağı varsayılmaktadır. Bilgelik için gereken
şartlara bakıldığında ise, hem bağlam hem de anlayış açısından,
gerçekleştirilmesi gereken bir bakış açısının ortaya çıktığı
görülmektedir. Bilgelik, deneyimlerin düşünme becerilerine dahil
edilmesi ile oluşmaktadır.
Zaman içinde, gelişen bilgi teknolojileri aracılığı ile bilgeliğe ulaşmak daha da kolaylaştı ve ortaya çıkan faydanın miktarı da arttı. 1950-2000 arasındaki yıllarda, bilgi sistemlerinin etkin ve yaygın kullanımı, veri ve bilgelik arasındaki düzeyleri hızla aşmamızı sağladı. Gelecek, bilgeliğin, farklı anlamlarda ve bakış açılarıyla gelişmesini sağlayacak gibi görünüyor (Şekil 11).
Düşünme, varlıkların dünyayı modellemesini ve onunla
etkileşmesini sağlayan mental süreç olarak tanımlanabilir.
Bilgelik için düşünmeden bahsedildiğinde ise, diğer özelliklerin
de (problem çözme, eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme ve
analitik düşünme) dahil olduğu bir modelden söz etmek uygun
olacaktır. Problem çözme, içinde çok farklı bakış açısını içeren
bir düşünme yöntemi olarak görülebilir. Problem çözme süreci
içinde birçok farklı yöntemin kullanılması mümkün olmaktadır
(Tablo 1).
Eleştirel düşünme süreci dört aşamadan oluşmaktadır:
• Fikirleri, ilişkili bütün konulardan ayırmak ve bu konularla
ilgili birbirini destekleyecek mantıklı argümanlar toplamak,
• Argümanları bileşenlerine ayırmak ve bu bileşenlerden ek
çıkarımlarda bulunmak,
• Bileşenleri ve çelişkilerini
sınamak,
•Argümanlar arasındaki çatışan iddiaları ve göreli
ağırlıklarını belirlemek.
Yaratıcı düşünme, eleştirel düşünmeyi tamamlayacak bir bakış açısını anlatmaktadır. Entelektüel liderlik, problemlere karşı duyarlı olma, orijinallik, yaratıcı hayalgücü, olağandışılık, uygunluk ve kullanışlılık yaratıcı düşünme sürecinin parçaları olarak ortaya çıkmaktadır. Bilim, eleştirel ve yaratıcı düşünme ile daha anlamlı hale gelen, gerçeği ararken bilginin elde edilmesini sağlayan sistemler bütünü olarak görülebilir. Bilim için bilimsel yöntemin kullanılması kadar doğal bir durum olamaz.
Bilimsel yöntemin aşamalarına yakından bakıldığında, çok detaylı olmayan ancak sistematik bir düşünme yapısının ortaya konulduğu görülmektedir:
1. Problemin tanımlanması
2. Problemle ilgili bilgi ve
kaynakların elde edilmesi
3. Hipotezin oluşturulması
4.
Deney yapılması ve veri toplanması
5. Veri analizi
6.
Verilerin yorumlanması ve değerlendirilmesi
7. Sonuçların
paylaşılması
Bilimsel yöntem analiz (bir bütünün parçalarına ayrılarak detaylı incelenmesi) ve sentez (ayrıntılardan bir bütünün oluşturulması) yapma zorunluluğunu yanında getirmektedir. Temel olarak analiz kelimesi bile işin içinde bir yerlerde analitik bakış açısının olduğunu ve temelde mekanistik düşüncenin elemanlarını matematiksel ilişkilerle açıklamanın önemini anlatmaktadır. Analitik düşünme, bilimsel düşünmenin bir parçası olarak (diğer parçaları gibi) bilim içinde yer alacak, bilim insanlarının analitik bakış açısıyla bütünleşmiş becerilerini daha fazla görme fırsatını bizlere verecektir. Hatta “sosyal” bilimler için bile.
Bu çalışmanın ele aldığı ana fikir, analitik düşünmenin önemini
vurgulamak ve analitik bakış açısını kullanabilecek özelliklerin
arkasında teknolojinin desteğini sürekli gördüğümüzü anlatmaktı.
Bilgeliğe giden yol, analitik düşünmenin önemini kavramaktan ve
teknolojiyi bu düşünme şeklini daha etkin kılacak şekilde
kullanmaktan geçmektedir. Bilgeliğe giden yol, sindiren ördeğin
midesinden, otomata teorisinden, Descartes’ın mekanistik
felsefesinden, bilgi ve teknoloji sistemlerinden geçmektedir.
Diğer bir deyişle, bilimsel metodun kullanımını daha etkin kılan
ve analitik bakış açısının temelini oluşturan matematiksel
süreçler, bilim insanı için önemlidir.
Bu yazı PiVOLKA'nın basılı sürümüyle aynıdır. Kaynak
göstermek için:
İlter, H. K. (2011). Bilgeliğe giden yol
mideden geçer mi? PiVOLKA, 20(6),
3-7.