Newton, Goethe ve Sosyal Bilimler
A. M. C. Şengör
[PDF] [HTML]
Euro'nun Finansal Piyasalar
Açısından Önemi
N. C. Okay
[PDF]
Rasgelelik
L. Özbek
[PDF]
Bir Afyon (!) Olarak Diktatörlükten
Demokrasiye Futbol
E. Işık
[PDF]
Bor Mucizesi I: Bor Mineralleri
Nedir, Kimlerdendir?
E. Serpek
[PDF]
Geçenlerde
bir toplantı için Zürih’teyken, toplantı aralıklarında mutadım
olduğu üzere sahaf dükkanlarını dolaştım. Bu dükkanların birinde
meşhur fizikçi Werner Heisenberg’in Wandlungen in den Grundlagen
der Naturwissenschaft (Doğa Bilimlerinin Temellerindeki
Değişimler) adlı eserinin 8. baskısını buldum. Bir haftalık bir
seyahatte kolayca okunabilecek boyutta olan bu eseri satın aldım
ve İstanbul’a gelmeden okudum.
Kitap üzerimde büyük bir
etki yaptı. Heisenberg bu kitaba aldığı birçok makalesinde doğa
bilimlerinin giderek soyutlaşan özelliğine dikkat çekiyor,
“Doğayı daha iyi anlamak için çabaladıkça onun somut yanlarından
da hızla kopmak zorunda kalıyoruz” diyordu. Genelin anlaşılması,
özel bilgiden feragat etmekle mümkün olabiliyordu Heisenberg’e
göre. Özel bilgi ise tek tek toplandığı sürece kendi başına
genel bilgiye götürüyordu insanı.
Heisenberg bu ikiliğe
örnek olarak Goethe’nin Newton’un optik teorisine karşı
geliştirdiği renk teorisini veriyordu. Bilindiği gibi Newton
beyaz ışığın değişik dalga boylarına sahip yedi renkten
oluştuğunu iddia etmişti. Goethe’ye göre ise bu, doğaya bir
aletle (cam prizma) müdahale sonucu elde edilen suni sonuçtu.
Goethe beyaz ışığın insanın algıladığı şekilde incelenmesi ve
temel olay (Urphänomen) kabul edilmesi gerektiği fikrindeydi.
Goethe ışığı “anlamak” iddiasındaydı, Newton ise ışığın tüm
özelliklerinin önceden kestirilebilecek olaylara bölünerek
ışığın insanlarca kullanılabilir bir nesne olmasını sağlamıştı.
Bu, Goethe’ye göre, dürüst bir yaklaşım değildi. Işık, ışık
olarak anlaşılmalıydı.
Heisenberg, kitabındaki bir
makalesinde, “İnsan Goethe’ye Newton’a karşı çıktığı için değil,
itirazını sonuna kadar götürmediği için kızmalı: Goethe,
Newton’un tüm teorilerinin şeytandan türediğini söylemeliydi”
diyor.
Bunu okuyunca, romantik tarihçilerin, özellikle
Wilhelm Dilthey’in eserlerinde ifadesini bulan Verstehen
(anlamak) kavramı aklıma geldi. Ta Leopold von Ranke’den beri
sosyal tarihçiler bir olayı “olduğu gibi” yazmak
sevdasındadırlar. Bunu başarabilmek için tarihte rol oynayan
kişilerin “anlaşılması” gerektiğini iddia ederler.
Ancak
aynen Goethe gibi bu “anlaşılmaktan” neyin kastedildiğini,
bizlerden önce meydana gelmiş olan ve izlerini ancak bölük
pörçük bulabildiğimiz olaylarda rol almış kişileri, onların
somut izlerini belirli bir soyut model çerçevesinde incelemeden
nasıl anlayabileceğimizi bir türlü söylemezler. Tarihçilik adeta
sihirli bir iş olup çıkar.
Bu durumun yarattığı
çaresizliktir ki, kanaatimce, tarihte model üretmeyi tasvip
edilmeyen bir iş haline getirerek mikro-tarih modasıyla tarih
bilimini bir veri tufanına boğdurmak üzeredir. Halbuki sosyal
bilimleri yalnızca deney imkanının kısıtlı olması doğa
bilimlerinden ayırır. Bunun dışında, herhangi bir incelemede
doğa bilimlerinin akılcı yolunu terk etmek, insanın
anlaşılmasına doğanın diğer öğelerinin anlaşılmasına gidenden
daha başka bir yol olduğunu sanmak, sosyal bilimleri Goethe’nin
renk teorisinin uğradığı hezimete mahkum eder.
Tek tek
özellerin birikmesi bilim değil, bilgi yığını oluşturur. Bilgi
yığınından bilimin kendiliğinden çıktığı ise görülmemiştir.
A. M. C. Şengör’ün bu yazısı 24 Kasım 1997 tarihinde
Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi’nin 566. sayısında
yayınlanmıştır (s. 5). Ayrıca, aynı yazı “zümrüt-name” isimli
kitabında da yer almıştır (1999, Kredi Yayınları, s. 45-47).
Sayın Şengör’e yazısını yeniden yayınlamamıza izin verdiği için
teşekkür ederiz.
Bu yazı PiVOLKA'nın basılı sürümüyle aynıdır. Kaynak
göstermek için:
Şengör, A. M. C. (2003). Newton, Goethe
ve sosyal bilimler. PiVOLKA, 2(3), 3.